"KUYUYA ATILAN İP"
İstanbul’da sabah, her yeri sis kaplamıştı. Hava garip, basık bir sessizlik hâkimdi. Kendi kalp atışlarını duyabiliyordu insan sadece. Bunalmıştı Işıl, arabayla sisli yolda ilerlerken. “Nasıl bir sis, önünü göremiyor insan”diye mırıldandı “Hayat da bazen böyle değil miydi? Bir sonra ki adımın neleri getireceğini bilseydi, insanın seçimleri de farklı olurdu belki” diye düşündü.
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu kestiremiyordu,çünkü bilmiyordu. Hiç uyuyamamıştı gece ve yemek yiyemiyordu yine. Son yıllarda hayatı nasıl değişmişti? Yaşadığı kayıplar, hastalıklar ve ailesi nasıl bir anda darmadağın olmuştu. “Ve insanlar yaşananlara rağmen ayakta kalabiliyor, nefes alabiliyor şaşılacak şey!” dedi kendi kendine... 1 yıldır işsizdi Işıl. Bugün eski işinden daha önce elemanı olarak çalışan şimdi banka müdürü olmuş Ufukla görüşmesi vardı. Nasıl böbürlenerek ‘’Aaa Işıl madem işe ihtiyacın vardı neden daha önce söylemedin? Eski arkadaşlar ne güne duruyor’’ demişti alaylı biçimde. Oysa Işıl hiç istemiyordu aynı işle uğraşmayı.Çünkü bu sektöre girdiğinden beri hiçbir şeyden fayda görmemiş,her şeyin sonu hüsranla bitmişti.
Yol iyice kapanmıştı, milim milim iniyordu yokuştan ve gözlerine bir ağırlık düşüyordu uykusuzluktan. Zar zor toparladı kendini, direksiyonu sıkı sıkı kavradı. Küçük bir kızken ne kadar sessiz ve içine kapanıktı. Ama istekleri vardı iç dünyasında yeşerttiği. Ve annesinin bu isteklerine balta vuran sesi. Annesini düşündü. Ne kadındı ama! Dediğim dedik tavırlarıyla evdekileri mum gibi yapmıştı. Ne yapar eder istediğini alırdı. Ama buna rağmen yüzünde ne mutluluk, ne de bir gülümseme hatırlamıyordu Işıl. Annesinden sıcak bir söz duyduğunu da pek hatırlamıyordu.. Dikiz aynasına baktı bir an kendi yüzü de yabancıydı ve gülmüyordu. Gözünü kaçırdı hemen, en son ne zaman güldüğünü hatırlayamadı.
Peyzaj mimarlığı okumuştu. Doğayı küçüklüğünden beri çok seviyordu, bitkiler ağaçlar her zaman ilgi alanı olmuştu. Bu yüzden bölümünü severek okuyordu. Ama annesi üniversite bitene kadar başının etini yemişti. ‘’Bu ne biçim bölüm böyle? Başka bölüm mü kalmadı.Zaten neyi doğru yaptın ki üniversite bölümünü doğru seçesin? Okul bitince iş aramaya başlamış ama bir türlü bulamamıştı. Artık evde boğulmak üzereydi, her gün kavga, her gün tartışma. Bir gün annesi elinde bir kağıt yüzünde sakin bir ifade ile içeri girdi. ‘’Al bu numarayı ara. Bizim Ayşe’nin oğlu bu bir bankada müdür olmuş. Söyledim senin aylardır işsiz olduğunu, gelsin başlatırız bir yerlerden dedi.” Işıl çok sinirlenmişti; “Anne ben bankacı olmak istemiyorum. Elbet bulacağım bir iş. Mesleğimi yapmak istiyorum demişti. ’’ Annesi; ”Bu işe başla sonra bulunca çıkarsın. Böyle beş parasız kalamazsın bu evde, ona göre!’’ Işıl’ın boğazında düğümlenmişti yine o yumru. Gittikçe dibe battığını biliyordu ama yapacak bir şey yoktu. Çaresiz olduğunu düşünerek boyun eğip işe başladı.
Sonra hayatı ve kendi farklılaşmaya başladı.Nasıl bu kadar kolay oldu diye düşünmeden edemedi. Aylarca iş arayıp bulamazken şimdi istemediği bir yerde işe başlamak nasıl bu kadar kolay olmuştu? Aradan yıllar geçtikçe Işıl’ın hayatı değişmeye devam etmişti. Annesinin onay verdiği bir eş ve yeni bir hayat. Işıl, kariyerinde de çok yükselmeye başlamıştı. Artık ticari kredilere bakıyordu. Eşi de Işıl’a çok düşkündü. Gözünden sakınıyordu karısını ama Işıl eşini mutlu edemiyordu. Bir gün bir kavgada ”Aynı annen gibisin soğuk ve tatminsiz… Hiçbir şeyden mutlu olmuyorsun’’ demişti eşi. Işıl deliye dönmüş, evde kıyamet kopmuştu. Annesine benzemek düşüncesine bile tahammül edememişti. Hayatının çöküşü bu kavgadan sonra başlamıştı.
Ertesi gün işe gittiğinde iş yerinde bir kargaşa vardı. Ne olduğunu merak edip Aysun’a “Ne var böyle herkes üzgün gözüküyor?” “Sormayın Işıl hanım, sizin Mehmet bey, tekstilci olan müşteriniz, hatırladınız mı?’’ Evet dedi Işıl. ‘’Onun haberi var bütün gazetelerde. Bakın, bütün mal varlığına haciz gelmiş. Şirketleri, evleri hepsini kaybetmişler. Biliyorsunuz epey zorlanıyordu borcunu ödemekte. İflasla birlikte gelen hazin son. Bugün bir aile evinden ve işinden oldu Işıl hanım…’’ Işıl gazeteyi eline aldığında aile resmini görünce beyninden vurulmuş gibi hissetti. Gazetede evden pijamaları ile çıkan küçük kızın resmini gördü Işıl . Küçük kızın fotoğraftaki masum hüzünlü yüzü onu mahvetmişti. Işıl’ın başı dönmeye başladı, midesinde bir anda bir sancı hissetti ve olduğu yere yığılıp kaldı. Eve geldiğinde eşi ‘’senin yapabileceğin bir şey yoktu üzme kendini bu kadar. O da o kadar yüklü kredi çekmeseydi, Riskleri düşünememiş, tedbir alamamış, olan olmuş yapacak bir şey yok.’’ “Ne diyorsun Fırat, nasıl bir şey yok? Ben ikna ettim adamı, yetmez daha fazla alın dedim. Hiç mi payım yok bunda sence? Nerde unuttum ben vicdanımı? Yaptığımız işin sonuçlarına bak” dedi. Bu söz, “VİCDAN’’ sözü, Işıl’ı iyice yerle bir etmişti. Eşim haklı ben de annem gibi olmuşum. En az bende onun kadar bencil ve tatminsizim.
Bundan sonra ki süreçler hep aşağıya doğru inişti. Vadiden sürekli düşer gibi gelişti her şey. İş yerinde çalışamaz olmuştu, hiç kimseye kredi veremiyordu. Hedefleri tutturamıyordu artık. Mide bulantıları da sebepsiz ortaya çıkmamıştı, hamileydi Işıl. Bir çocuk diye düşündü ben nasıl anne olurum? Korkuları artmıştı iyice. O sırada işten kovuldu ama çok üzülmedi. Çalışmak istemiyordu, çocuğunu kendi büyütmek her şeyi ile ilgilenmek istiyordu. Ama hayatı planladığı gibi gitmedi. Çok zorlu ve sorunlu bir hamilelik geçiriyordu süreç boyunca düşük riski vardı. 8. ayda düşük yaptı. Arkasından 2. ve 3. hamileliklerinde de düşükler olunca çok üzülmüştü. Ve artık denemeyi bırakmıştı. ‘’Bir başarısız süreç daha denemeye gücüm yok Fırat’’ demişti. Eşi bu olaydan sonra iyice uzaklaşmıştı Işıl’dan. Kendini dışarıya vermişti. Işıl evde her gün ağlıyor, keşke diyordu her şeyi başa alabilsem, hayatımı sil baştan düzenleyebilsem”. Sonunda eşi de ayrılmak istediğini söylemişti. Başkasına aşık olmuştu ve “Ben çocuk istiyorum. Senin toparlanmanı bekleyemeyeceğim artık” demişti.
Bir anda arabasının hızla kayması ile kendine geldi yine dalıp gitmişti. Hatırladıkça içi sıkılıyordu artık dışarıda değil içinde yoğun bir sis olduğunu ve bir türlü dağılamadığını anladı. Bugün bu işe başlamamalıyım diyordu içinden. Yine aynı hataları kaldıracak gücü yoktu. Ama paraya ihtiyacı vardı tüm birikimi bitmişti artık. İçindeki ses, “artık bunu tekrar yapma, aynı hatayı tekrar etme” diyordu. İç sesini duymak istemiyordu, radyoyu açtı, biraz kafasını dağıtmak istedi. “Günaydın. İstanbul’da sisli bir Salı sabahından herkese kucak dolusu sevgiler’’ diye ses geldi radyodan.Ne kadar canlı ve mutlu bir ses, diye düşündü içinden.
“Bugün güne sabah okuduğum ve bana çok faydası olan bir yazı ile başlamak istiyorum” demişti spiker. “Hayat insana zulmetmez. İnsanlar kendilerine zulmederler. Gerçek ve sahteyi karıştırır insan. İstekler sahte olunca problemler de sahte olur, çözümleri de. Sahteyi istedikçe gerçeği inkar eder insan.Ve insanlar YANILIR. İç dünyamız gerçektir ve çözümlerimiz de oradadır aslında. Sahteleştikçe insan iç dünyasından gelen sesleri, çözümleri duyma hakkını da kaybeder. O iş, o ev, o adam veya o kadın dış dünyadır. Mutluluk böyle bir şey değildir. Mutluluk gerçeklerle olur, fayda ile olur. Mutlu olması için insanın gerçeklere hakim olması gerek. Çünkü gerçek yücedir, Gerçek emindir, Gerçek kuvvet verir, Gerçek vicdandır, Gerçek çözümdür. Gerçeğe sahip kişiler kandırılmaz, yanılgıya düşmezler.’’
Işıl, bu sözlerden sonra bayılacak gibi oldu. Daha fazla devam edemeyeceğim dedi. O sırada bir patlama duyuldu. Araba kaymaya başladı, kontrolü kaybeder gibi oldu. Zorla arabayı sağa çekip durdu. Arabadan indi arka lastik patlamıştı. Artık gözlerinden yaşlar boşalıyor, tutamıyordu kendini. Tek bir cümle beyninde haykırıyordu ’’İnsanlar YANILIR’’ evet Işıl da yanılmıştı ve iç dünyasına hiç kulak vermemişti. O kadar güçsüz hissediyordu ki kendini. Kendine hakim olamıyor bağıra bağıra ağlıyordu. O sırada bir ses duydu, sisin içinden biri ona doğru yürüyordu. İçinden kendini topla sus dese de duramıyordu. Adam yaklaştıkça silüeti belli olmaya başlamıştı. Yaşlı düzgün giyimli bir amca ona doğru geliyordu. Işıl adamın gözlerini görünce, o merhametli, anlamlı bakışı koşarak boynuna sarılıp ağlamak istemişti. Bir anda toparladı kendini. Yaşlı adam “Sanırım birilerinin ulaşmanı istemediği bir yereydi yolculuk, baksana hem sis, hem lastiğin patladı. Hadi gel, görünmese de çay bahçem şurada sana bir sıcak çay verelim hem de lastikçiyi arayalım.’’ İtiraz etmek gelmedi içinden, adamın peşine takılıp yürümeye başladı. Küçük bir çay bahçesiydi girişte ‘’Ahmet Dedenin Geçici Durağı’’ yazıyordu tabelasında. Bu nasıl bir isim böyle dedi içinden. İçeride kimseler yoktu, sobadaki odun ateşinin çıtırtısı geliyordu sadece. Nasıl huzurlu bir yer diye düşündü Işıl. Etrafı incelemeye başladı, duvarlar resimlerle doluydu. Eski zaman hatıraları diye düşündü. Hayatından kareler. Ve hep aynı bakış, merhamet vardı Ahmet dedenin yüzünde, aynı gülümseme. En son ne zaman güldüm ben acaba diye düşünürken çayı uzattı adam. Işıl gülümsedi “teşekkürler” diyebildi sadece. Ahmet dede bir tabure çekip oturdu Işıl’ın yanına; “Nasıl kendine gelebildin mi biraz?’’ Başını salladı Işıl, evet der gibi. Konuşamıyordu ama düşünceleri durmuş, garip bir sakinlik gelmişti içine.
Konuşmaya başladı adam;“Önünü göremediğinde biraz dur derdi rahmetli dedem. Hemen hareket etme. Biraz dağılsın önündeki sisler. Görüşün açılsın, çünkü bilemezsin önünde çukur olabilir. Belki de uçsuz bucaksız bir kör kuyu. Bir anda düşebilir insan. İnsan bazen neyi istediğini bilmeden kızgınlıkla, heyecanla, mutlu olacağını zannederek sisi falan kim takar diyor. Koşa koşa belirsiz yolda dört nala ilerliyor. Sonra bir anda kendini kuyuya düşmüş buluyor. Sonra sis dağılınca anlıyor ki istediği şeyler ihtiyacı değilmiş ve onu mutlu etmeyecekmiş. Fayda sağlayamamış kendine. Sonra çıkmak istiyor kuyudan yardım istiyor. Bu sefer de korku ele geçiriyor, “bu kuyudan çıkış yok” diye ya da “çıksan da buradan daha iyi değil” diye. İnsan korkusunun esiri oluyor, çabalasam da bir çabalamasam da deyip buna inanıyor ve yanılıyor işte.”
Işıl içinden susma Ahmet dede konuş ne olur konuş diyordu. Benim de kör kuyularım var, yıllardır düştüğüm ve çıkamadığım, çıkmaktan korktuğum. Yanılsamalarım var… Gerçekle sahteyi karıştırdığım. Bilemediğim ama hep bilmek istediğim.
‘’Aslında çıkmak çok basittir kör kuyudan biliyor musun? Dedem derdi ki insan kör kuyuya düştüğünde karanlıktan yanında ki merdiveni göremez. Korkular yanı başındaki, bir adım ötesindeki çözümü gizler insana. Aslında dibinde duruyordur, bir adım atsa bulacak merdiveni ve çıkıp gidebilecektir. ”Hayatta her sıkıntı yanında kolaylığı ile gelir ama çok küçüktür fark edilmez Ahmet” derdi dedem. İnsanın korkuları o kadar büyümüştür ki karanlıkta görüşünü kaybetmiştir. O yüzden çözüm olabileceği aklına gelmez insanın. Çözümü göremiyorsak, kuyuda olmayan dıştan bakan birini dinlemek gerekir. O tarafsızdır, kuyudakinin korkuları onda yoktur. O sadece yoldan geçip giderken bir çığlık duymuştur. Ve yardım etmek için durur. Çünkü O bilir ki karşısındaki kişinin ihtiyacını giderebildiğinde kendi ihtiyaçları giderilecektir. Kuyudan insan çıkarmanın kıymetini bilen biri yapabilir bunu. Yukarıdan bakar merdiveni görür. Kuyudakine sağa git 3 adım atsan elin değecek merdivene diyebilir. Bunu yapabilirsin ve buradan çıkabilirsin der. Ve insan o adımları atabildiğinde merdiveni fark ettiğinde kuyunun içine güneş doğar, birden karanlıklar aydınlanır. Görüş mesafesi açılır. Yorgundur, yavaş yavaş çıkar, bazı basamaklar eksiktir. Çok zaman geçmiştir merdiven oraya bırakalı ama mücadeleye devam eder insan çünkü sonunda ışık vardır. Yol boyunca aslında ne kadar yanıldığını anlar’’
Işıl kendinden geçmiş şekilde Ahmet dedeyi dinlerken içinde yıllardır taşıdığı ağırlık gitmiştii boşluklar doluyordu. ‘’Anlat Ahmet dede susma bu gerçeklere ihtiyacı olan ruhum doysun, yıllardır beklediğim bu özlem gitsin. Çözümsüz olduğuna inanmışım, merdivenim yok, çıkamam sanmışım yıllarca.” Artık Ahmet dedenin de gözlerinden yaşlar geliyordu.
‘’Gerçekleri bilmek iyi gelir insana, gerçekler toparlar insanı. Aslında hayat zor değil bizler zorlaştırıyoruz. Gereksiz anlamlar yüklüyoruz. Önemli olan insanın iç dünyasını güzelleştirip beslemesi. Anlam yüklemeden dış dünyada geleni tarafsız görebilmesi. Bu da gerçeklerle olur, sahteler yiyip bitirir insanı. Hayat bir nehir aslında sürükleniyoruz hep ileri doğru. Sahteler insanı akıntıya ters yüzdürmeye çalışır ve dibe sürükler. Oysa akmanın tek gerçeğin olduğunu bilirsen yolda toplaman gereken faydalı şeyleri toplarsın. Giderken yanında yolculuk yapan, ters yöne gitmeye çalışanlara da el uzatan olursun. İşte anlam yüklenmesi gereken budur. Yolculuğu keyifli hale getirmek. Hedef hep ileriye doğru olursa o zaman hız kazanır insan ve sonunda kazanan olur. Tadına varır hayatın.
‘’Aslında insanların çoğu derin bir uykudalar. Ama farkında değiller. Hayat bizi bu yüzden bazen sarsar, sıkar uyanalım diye. Bizim faydamızadır bu yaşadığımız dönemler. Kimi uyanır uykudan yoluna devam eder. Gerçeğini bulur yücelir. Kimi uykusunu derinleştirir ve her geçen gün daha çok göremez, duyamaz, anlayamaz hale gelir ve kaybeder.’’
Işıl’ın gözleri hayatında ilk defa adı gibi pırıl pırıl parlıyordu. Sesine bile bir yumuşama dinginlik gelmişti. Gerçeği görme hakkının tekrar ona verilmesi, oyuncağı kaybedip bulmuş bir çocuğun sevincine dönüşmüştü. ‘Yanılsamalar’ diye düşündü. 45 yıldır derin bir uykudaydı. Bugün fark edebilmişti her şeyi. Son yıllarda yaşadığı tüm o acılar, sıkıştırılmalar uykudan kalkma sancılarıymış şimdi anlıyordu. Çok şükür dedi “ağladığım ve acı çektiğim her güne’’. İçinde yıllardır hissetmediği bir coşku sevinç vardı. Çocuklar gibi zıplayıp koşmak istiyordu. Dışarıya baktı sis dağılmıştı. Güneş kendini göstermeye başlamıştı.
“Hadi bakalım sen yoluna ben işime. Aaa iyi de biz lastikçiyi aramadık ne yapacaksın sen şimdi” dedi Ahmet dede. “Olsun ben yürümek istiyorum, çok acil değil yetişmem gereken yer”. Artık her şey netleşmişti. Ufuk’a gidip ben bir daha banka işine dönmek istemiyorum diyecekti. Kendi sevdiği işi yapacaktı. Kendine ve başkalarına fayda sağlamak için toprakla uğraşıp her bahçeyi güzelliklere bürümek en güzel uğraştı. “Çok teşekkür ederim Ahmet dede, her şey için. Kapıdan ilk girdiğimde tabelan dikkatimi çekmişti, anlam verememiştim. Şimdi anlıyorum sen de kuyuya ip atanlardansın, nehirde el uzatanlardansın. Yolunu kaybetmişlere, uykuda olanlara, gerçeğini bulmak isteyenlere uzanan bir güçsün.’’
Ahmet dede gülümsedi ama cevap vermedi. Yolda huzurla yürürken ‘’bunca yıl hayatım hiç aydınlanmayacak sanıyordum. Oysa her karanlığın bir sonu varmış.’’ dedi içinden. Hayatın yasası böyleydi; ne hep gece, ne de hep gündüz olabilirdi. Hepsi bir döngüde, dönüyordu ve geçiciydi.