HANGİ LİG' DEYİZ ?
Sorsanız az uğraşmamıştı bu pozisyona gelebilmek için… Yükselmek için karşısına çıkan her fırsatı değerlendirmişti. Olumlu sonuçlanan her işin başarısında kendisinin katkısını ispatlayacak bir pay bulurdu. İşin başlangıcında uğraşanlar arasında olmasa da iş olumlu sonuçlanacağı nerdeyse kesinleştiğinde devreye girerdi. Bu sayede işin başarısında emeği geçmese bile, ismi geçenlerden biri olurdu.
şler istenildiği gibi gitmediğinde ve olumsuzluklar yaşandığında o işin içinde bile olsa bir şekilde sürecin dışına çıkar ve insanları işi bilmemekle eleştirirdi. İş hayatına yeni atılmasına rağmen kısa zamanda çok hızlı basamak atlamıştı. Bulunduğu yere senelerce emek vermiş olanların bile önüne geçmişti. Birçok kişisel gelişim kitabında tavsiye edildiği gibi girişkendi. Üstleriyle olan ilişkisini iyi tutmaya çalışmıştı hep. Kişisel gelişim kitaplarında tavsiye edildiği gibi kendisini çok iyi pazarlamıştı kısa zamanda…
iyi yerlerde olmalıydı…
İyi ellerde taşınmalıydı. Kendisini en iyi yerlere layık görüyordu…
Kendinden emin görünmeye çalışır bir şekilde toplantı salonundan içeri girdi. Herkesi görebileceği bir yerde durup içeridekilere baktı.
Yüzündeki gülümsemenin zoraki olduğu dudaklarındaki gerginlikten ve gözlerindeki mesafeli bakıştan anlaşılabilirdi. İnsanlara bakışı adet olduğu üzere onlarla selamlaşmak ve yakınlık kurmak için değildi. Aksine bu bakışıyla oradakilere kendisine kolay ulaşılamayacağını anlatmak istiyordu.
-Günaydın arkadaşlar, dedi.
-Toplantı için herkes son hazırlıklarını yapsın birazdan başlayacağız, diye sürdürdü konuşmasını. Bilselerdi eğer biraz önce tuvalette bu konuşmanın provasını yaptığını, söylediklerinin neden mekanik bir tonda çıktığını anlayabilirlerdi. Her kelimenin üzerindeki vurgunun, tonlamanın özellikle işaret ettiği bir mesaj vardı. Sesi net, temiz ve keskindi. Kendi konuşmasının ardından başkasının konuşmasına izin vermeyen hükmedici bir tonda konuşmuştu. Sadece toplantının birazdan başlamak üzere olduğunu söylememişti; Aynı zamanda orada bulunanlara otoritenin kim olduğunu da göstermek istemişti. Buna rağmen sesindeki hükmedici tonla, elindeki çantayı ona ait değilmiş gibi tutuşu çelişiyordu. Bir an o da bunu fark edince endişelendi. Bütün gözleri üzerinde hissetmenin verdiği sorumlulukla adımlarını daha emin atmaya çalıştı. Masanın başköşesine ilerledi. Çantasını masanın üzerine yerleştirdi ve heyecanını gizlemeye çalışarak kilidini açtı. Çantanın bir gözünde birkaç evrakla birlikte ajandası vardı. Geri kalan gözler boştu. Geçen ayki maaşının yarısını bu çantaya harcamıştı. Çok önemli iş adamlarının kullandığı marka bir çantaydı… Henüz çok önemli bir iş adamı değildi. Ama çok önemli bir iş adamı olma isteğine sahipti. Bu sebeple bütçesini zorlamış olsa da çantayı almayı kendisine hak görmüştü. İçini henüz dolduramadığı ama dışıyla ümit veren bir çanta...
Tıpkı kendi öyküsünü anlatır gibiydi…
Henüz yeterli olmadığı halde üst düzey bir şirketin ümit vaat eden yönetici yardımcılarından biri olmuştu Ersin…
Bu yüzden dışarıdan bakanlar için hareketleri tutarsızdı. Çünkü insanlar ne zaman dönüşümünün ötesinde, hak etmedikleri bir pozisyona gelseler orayı kaldırmakta güçlük çekerlerdi. Hakkı olduğuna inanmakla, hak etmek arasındaki farkı anlayamayan ve hak etmediği yere gelen herkes gibi… Rolünün hakkını henüz tam veremiyordu. Kolay heyecanlanması ve endişelenmesi bu yüzdendi. Oynaması için tepeden inme verilen rolle, kendi dönüşümü arasında bir fark vardı. Ve bunu gizlemesi her zaman kolay olmuyordu. Tıpkı insanın kendisine büyük gelen bir kıyafeti üzerine oturmuş göstermeye çalışması gibi…
Vakit kazanmaya çalışmak için çantasıyla bir süre daha oyalandı. Önemli bir şey arıyormuş ve onu bulamadığı için başlayamıyormuş gibi yaptı. Bu arada kafasını toparlayıp nasıl başlayacağını düşünmeye çalıştı. Toplantıyı nasıl yöneteceğine defalarca çalışmış olmasına rağmen bu ezber endişesini gidermedi. Sonunda ani bir hareketle ajandasını çantasından çıkartıp sertçe masaya koydu. Odada bulunanları yüzüne baktı yeniden. Gözleri oradaydı ama bakışları bu işin içinden nasıl çıkacağına takılmıştı. İnsanların gözündeki saygınlığı saçma sapan bir şey yapıp kaybetmekten korkuyordu. Oysa henüz bir saygınlık kazanmadığının farkında değildi. Bu yüzden kazanmadığı bir şeyi kaybedemeyeceğini de bilmiyordu. Tıpkı insan olmasının dışında, sırf filanca olduğu için saygı görmeyi doğal hak gibi gören herkes gibi… Oysa saygı denilen şey hak ettiği için o kimseye verilirdi. Her insan kendisine saygı gösterilmesini, hürmet edilmesini beklerdi ama çok azı bunu hak etmek için kendinden bir şey verirdi.
İnsanlara tuhaf gelmeyen şey; karşısındakine hakkı geçmediği halde, ondan hak talep edebilmekti. Ve normal zannedilen şey de; herkesin "bana" hürmet göstermesi gerektiğine inanmak olabilmekteydi. Oysa kişi, saygıyı hak ettiğini, yapıp ettikleriyle ispat eder. Ve insanlar ortaya koydukları fayda ölçüsünce saygı görmeyi hak eder. İş yerinde henüz ortaya bir şey koymadan, hak beklentisinde olmak kişiyi yorar.
Bu beklenti yormuştu Ersin’i… Endişeli ve gergindi. Kabul görme isteği ve görmezse ne yapacağını bilememenin verdiği endişe vardı gözlerinde… İnsanlar onun önemli biri olduğuna inanmalıydı henüz onlar için önemli bir iş yapmamış olsa bile… Baştan nasıl başlarsa öyle gider, diye düşündü.
Toplantı masasının etrafındaki insanlarla sırayla konuşmaya başladı. Her birinin yüzüne bakıyor o anlık bir göz teması kuruyordu. Sonra da konuşan kişiden bakışlarını çekip başka bir yöne bakarak sürdürüyordu konuşmayı. Bir süredir böyle bir tutum geliştirmişti. Karşısındakini değersiz ve önemsiz hissettirebilecek bir tutum…
Bu tavrıyla önemli ve değerli olanın kendisinden başkası olmadığını hissettirmeye çalışıyordu. Saygınlık beklediği kişiyi yok sayarak saygınlık kazanmaya çalışmak zaman zaman insanların düştüğü bir yanılgıydı. İnsanlar, istediği şeyi almaya gücü yetmediği zaman kabalaşarak onu almaya çalışabiliyordu.
Oysa bundan daha etkili ve hoşa giden bir yöntem bulabilirdi Ersin. Ama egosu o kadar aktiftiki bu çözüm aklına düşmedi. Aşırı kabul görme isteğinden vazgeçemediği müddetçe de çözüm ona gizlenecekti. Bulunduğu topluluk içinde insanların uzak durmak istediği, kibirli biri olarak görülecekti. Etrafındakiler, makamından dolayı, mecbur oldukları için onunla çalışmak zorunda kalacaktı. İnsanların saygı gösterdiği biri değil, sabrettiği, idare ettiği biri olacaktı. Ta ki kendindeki hatalarla yüzleşip onları düzeltinceye kadar...
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki;
Hangi kimlikle olursa olsun, insan bulunduğu yerde yücelmek istiyorsa önce bunu hak etmesi gerekir.
Peki, nasıl hak eder insan yücelmeyi?
Yüceymiş gibi gözükerek değil...
Hızlı yükselme hırsından vazgeçerek...
Hak ede, ede bir yerlere gelmeyi göze alarak...
kestirmeden giderek değil, o hedefin istediği bedelleri artısıyla ödeyerek...
Hak ettiği halde, hak ettiğinden bir miktar daha azını alarak...
Peki, neden insan hak ettiğinden daha azını almak ister ki?
Çünkü hak ettiğinin tamamını aldığında, alacaklı olamazsın; hakkını almış olursun...
Hakkını almaktan daha iyisi alacaklı olmaktır. Bu seni korur, bu seni daha hızlı yükseltir.
ve alabilecekken almamayı tercih ettiğin için "bereketi" de alırsın...
Peki, insanların içinde yücelmek istiyorsa insan ne yapmalı?
önce o insanların dünyasına girebilmeli...
Peki, onların dünyasına girebilmek nedir?
Karşısındakinin güvenini, sevgisini, seni takip etme isteğini hak edebilmek demektir.
Peki nasıl hak eder insan?
Var olma egosundan kurtularak.. Kendi isteklerimin dışına çıkıp, o insanlara konsantre olarak... Çünkü insanlar ihtiyaçlarının düşünülmesinden hoşnut olurlar.
Çünkü insanlar onların bir ihtiyacını güzelce giderdiğinde sana güvenirler. Ve güven veren davranışlarının sürekliliği ilişkilerinde seni kalıcı yapar.
Sadece normal zamanda değil, hata yaptıklarında da yumuşak davranmak onların dünyasına girebilmenin bir sırrıdır. Çünkü insanlar, sert, kaba, kibirli davranan insanların etrafından uzaklaşırlar. Ne yaptığını bilen, net ama yumuşak davranışlı yöneticilerden hoşlanırlar.
Peki, nedir insanların dünyasında seni değerli yapan şey?
Kendi değerini onlara anlatmak değil, onların güçlenmesi, mutlu olmasıyla ilgili sorumluluk alabilmektir... Bencillikten kurtulabilmek ilk stratejidir çünkü bencillik tam zıddını var eder. Aşırı kendi çıkarını düşünen kimse sonunda zarar görür. Çünkü ilişki tek başına oynadığın bir oyun değildir. İlişki sen ve diğerleri arasında geçen bir öyküdür. Sürekli kendimi düşündüğüm bir oyunda diğer insanlar benimle oynamak istemez. benim kazanabilmem senin kazanmana bağlıdır.
İnsanlar içinde iyide yücelmeniz dileğiyle...