AYNI YAMACA BAKAN İKİ İNSAN
Yamacın üzeri yemyeşil otlar ile kaplıydı. Otların içerisindeki beyaz kır çiçekleri adeta gelin duvağını anıdırıyordu. Hafif esen rüzgârla çiçeklerin kokusu her yere dağılmıştı. Bir yandan kuş cıvıltıları, bir yandan rüzgarın esintisi ile dağılan mis kokular...Yer, gök, yürek her yer çiçek açmıştı adeta... Kadın, bir yandan elbisesinin eteklerini tutuyor, bir yandan çiçekleri ezmemek için parmak uçları ile çimlerde sekiyordu. Yüzündeki tebessümle yamaçtaki görsel şölenin çok estetik olduğunu düşünüyordu.
Dağın eteğine doğru yaklaştı. Kır çiçekleri ile dolu yeşil yamaca doğru baktı. Yamacın çok dik olduğunu fark etti. Etrafından dolaşmak çok zaman kaybına sebep olabilirdi. Esen rüzgar, tepedeki geçitin de zorlu olduğunu işaret ediyordu. Ama bu tepeyi aşmak zorundaydı genç adam... Çünkü su, tepenin diğer tarafındaydı ve ailesinin o suya ihtiyacı vardı. Hiç düşünmeden gücünü topladı ve yamaca doğru emin adımlarla yürüdü. Yamacın o zorlu yokuşu bittiğinde genç adam da suya ulaşmıştı.
Aynı yamaca bakan iki insan... Biri kadın, biri erkek... İkisi de aynı yöne bakarken, biri yamacın güzelliğine hayran, diğeri yamacın nasıl geçileceğini hesaplayan...
Neden kadın yamacın güzelliğine hayran kalırken, erkek yamacın nasıl geçilebileceğini düşünmüştü?
Erkek, yamacı kadının gözü ile görebilir miydi ki? Ya Kadın! Kadın, erkeğin bakış açısına sahip olabilir miydi? Kadın yamaçtaki görünüşe hayran oldu. Erkek ise, yamacı aşabilme güçlüğünü düşündü. Acaba hangisi doğruydu? Kadının gördüğü güzellik mi? Erkeğin gördüğü zorluk mu? Aslında ikiside bir bütünün iki parçasıydı...
Yapbozları bilirsiniz! Kimi 500 parça, kimi 1000 parça, kimi 3000 parça... Her bir parça, ait olduğu bütünün içerisinde iken anlamlıdır. Tek başına hiç bir şeye benzemez. Ancak ait olduğu bütünün içerisinde bir anlam ifade eder. Günlerce uğraşırsınız, bir emek harcarsınız ve bütün parçaları özenle bulup yerleştirirsiniz. Kimi parçalar erkekteki güç ve güvenin önemini ifade eder. Kimi parçalar da kadındaki estetik, temizlik ve zerafetin önemini... Kimi parçaları birleştirir, erkeğin evlilikteki rolünü deşifre edersiniz. Kimi parçaları birleştirir, “yuvayı dişi kuş yapar” formülüne ulaşırsınız. Evlilikte kadının ve erkeğin parçaları tıpkı bir yapboz oyunundaki gibidir. Birbirini bütünleyen, destekleyen, birbiri ile tutarlı parçalar gibidir. Çünkü bir bütün söz konusu olduğunda, parça her zaman bütünü arar. Kadın ve erkek birbirinin hem parçası, hem de tamamlayıcısıdır.
Bu tamamlanma neticesinde oluşan birlikteliğin resmi adına da evlilik denir.
Evlilik, farklı kültürlerden ve farklı aile yapılarından gelen iki insanın hayatı birlikte paylaşmasıdır. Bir başka deyişle; birbirinden farklı iki hayatın birleşmesi anlamına gelir. Aynı yöne bakabilen, ortak bir amaç doğrultusunda takım olabilmektir. Çiftler öncelikle bunun farkında olmalıdır. Bu yola çıkan her insanın da ortak isteği mutlu olacağı ve huzur içerisinde yaşayacağı bir yuvadır. Kimse mutsuz olacağı ve sorunlar yaşayacağı bir evlilik hayatı istemez. İnsanlar belli bir yaşa geldiklerinde; daha mutlu olacaklarına inandıkları için evlenip yuva kurarlar.
Peki nasıl oluyor da, işler tersine dönüyor? Neden günümüzde bu kadar çok mutsuz evlilik örnekleri mevcut? Mutlu olma niyeti ile başlanan öyküde neden işler yolunda gitmiyor? Neden aile içerisinde iletişim problemleri çok sık yaşanıyor?
Geçmişte insanlar birbirini tanımadan evlenip, gümüş yıllarını, altın yıllarını deviriyorlar. Günümüzde birkaç yıl flört ediliyor, daha sık görüşme imkanına sahip olunabiliyor. Buna rağmen evlendikten kısa bir süre sonra bu birliktelik boşanma ile noktalanabiliyor... Peki neden?
Nasıl oluyor da, geçmişteki insanlar çok daha az imkânla mutlu olabiliyorlar?
Daha zor şartlara sahip olup birbirlerine sahip çıkabiliyorlar!
Eskiden, insanlar belli bir yaşa geldiklerinde izdivaç adı altında yuva kurmak isterlerdi. Dertleri Hale’yi ya da Jale’yi elde etmek değil, bir kadının sorumluluğunu üstlenip yuva kurmak, aile sahibi olabilmekti. İnsanların evlilik hayatı içerisinde, ortak amaçları, ortak kaygıları, ortak sevinçleri ve ortak üzüntüleri vardı. İlişkilerde karşı karşıya gelmektense yan yana gelip aynı yöne bakıyorlardı. Birinin sevinci ile diğeri de sevinir, birinin derdini diğeri de dert edinirdi.
Gün içerisinde ödemesini yapamamış bir esnaf düşünelim. Adamın gece yarısı uykuları kaçar evin içerisinde dolanırdı. Bunu fark eden karısının da uykusu kaçar ve kocasının derdini dert edinirdi. Elinde avucunda altın, para ne varsa kocasına onu incitmeden usulca takdim eder, çocuklara da “babanızın sıkıntısı var uslu durun” diye tembih ederdi. Ya da çoluk çocuk misafirliğe gidildiğinde ve saat geç olduğunda, kadın sesini çıkarmaz sadece kocasına bakıp gülümserdi ve “Haydi Mehmet kalkalım, çocukların uykusu geldi yarın sabah okul var, ben söylersem şimdi annene babana ayıp olur” der gibi gülümseyen o bakışlar... O bakışma ile kocasına sessiz sedasız mesaj gönderirdi. Kocası da o sessizlikte mesajı alır ve aynı şekilde anne babasına aynı mesajı sesli bir şekilde ifade ederdi.
“Bir hayli geç olmuş anne, biz kalkalım. Çocukların uykusu geldi, yarın sabah okul var…”
İlişkilerde soyutluk vardı, kadının kocasına hürmeti, kocanın karısına sevgisi bambaşka yaşanmaktaydı.
Şimdi ise ne o gülümseyen bakışlar var, ne o nezaket ve incelik... Bugün evli olmanın renkleri bambaşka görünüyor. Ne o masum bakışlar var, ne de o canlı tebessüm... İlişkilerde soyutluk azaldıkça somutluk artıyor. Soyut güç ve soyut güzellik yerini, somut güce ve somut güzelliğe devrediyor. Aile içerisinde, evliliklerde gittikçe azalan paylaşımlar, gittikçe azalan farkındalıklar ve gittikçe artan mutsuzluklar yaşanıyor. O mutsuzluk içerisinde sessiz sedasız uzaklaşmalar ve neticede kopuşlar başlıyor. Artık birliktelikten uzak bireysel yaşamdan alınan keyifler var. Halen adı evlilik olan ama ortak paylaşımların zaman içerisinde azaldığı sadece pamuk ipliğine bağlı ilişkiler yaşanıyor.
Peki mutlu evliliğin sırları nelerdir? Veya mutsuz evlilik belirtileri deyince aklımıza başka neler gelir?
Evlilik, belediye nikahı ile elde edilen bir cüzdana sahip olmak değildir. İki kişinin sadece belediye önünde imza attığı bir akit de değildir. Evlilik iki kişilik bir aile oluşturmanın akitidir. Bireyselliğin pasifleştiği, birlikteliğin aktifleştiği bir takım olabilmektir. Evli olmak beraberinde iki kişilik aile olmayı getirir. Aynı zamanda, kişilerin hayatlarında yeni sorumluluklar üstlenebilecekleri yeni bir öykünün dizayn olmasıdır. Dolayısıyla bir evliliğin temel taşlarından biri; eşlerde kadın ve erkeğin kendi rollerinin bilincinde olmalarıdır. Hayata dair sorumluluk sahibi olan bireyler olarak varlıklarını göstermeleridir. Kişilerin ihtiyaç giderebilen, özgüvenli, sorumluluk sahibi, ayakları üzerinde durabilecek güce sahip olmalarıdır. Aynı zamanda; sadık, güvenilir, aile içi mahremiyete özen gösterebilen, sınırlarını belirleyebilen, ikramlı ve anlayışlı insanlar olmaları, onların bir aile kurabilme becerisinde değerlendirilecek temel verilerdir.
Her insan hayatın içerisinde, farklı istek ve ihtiyaçlara sahip olabilir. Farklı hayatlardan gelen insanların birbirinden farklı beklentileri olması da son derece doğaldır. Çünkü her insanın yaşam deneyimi, bilgi birikimi birbirinden farklıdır. Bu sebeple öğrendikleri, modelledikleri ve deneyimledikleri de farklı olabilir.
Nihayetinde insan öğrendiği şeyleri davranış haline getirir. Sahip olduğu tutum, değer ve yargılar öğrendiği bilgiler doğrultusunda şekillenir. Bugün ortaya koyduğumuz tüm davranışları bir yerlerde öğrendik. Bu sebeple bir durum ile karşılaştığımızda bambaşka tepkiler verebiliyoruz. Bu da birbirimizden farklı olmamıza neden oluyor. Önemli olan bir uyum içerisinde o farklılığı fark edebilmek ve bunu kabul edebilme marifetine sahip olabilmektir.
Bir insanın eşinin kendisinden farklı olduğunu kabul etmesi işleri kolaylaştırır. Aksi durumda sürekli yükselen beklentiyle hep şikayet eder ve her şikayet sonrası çözümden uzaklaşırız. Farklılıklarımız bir anda tartışma sebebi olabilir ve evlendiğimiz kişiyi mutsuzluk kaynağı olarak görmeye başlarız. Oysaki başlangıçta hiç de böyle hayallerimiz yok idi.
Her insan bambaşka hayallerle evliliğe adım atar. En gerçekçi olan kişi bile, her şeyin kendi hayal ettiği gibi olacağını zanneder. Fakat gerçek çoğu zaman hayal edilenden farklı olabilir. İşte insanların kabul etmekte zorlandıkları durum tam da böyle bir şeydir. İnsan yanıldığını kabul etmek istemez çünkü yanıldığı gerçeğine tahammül edemez. Bu sebeple, kabul etmediği durumu değiştirmek ister. Her şeyi hayaline uygun hale getirmeye çalışır. Artık sadece bunun için çaba ve mücadele içine girer. Hedefi karşıdaki insanın değiştirmek ve kendi istediği kalıba sokabilmektir. Karşısındakinin memnuniyetine göre değil de kendi memnun olacağı hale sokmak ister. Oysa hayattaki en zor şey bir insanı değiştirebilmektir. Kişi kendi istemediği müddetçe asla değişmez. Uyumlu gibi gözükür, ses çıkarmaz ama yine bildiğini okur. Aslında insanoğlu değişime karşı değildir. Birisi tarafından değiştirilmeye zorlandığında şiddetle karşı çıkar. Kişi ancak değişmesi gerektiğine ikna olduğu zaman karşısındakine uyumlanır.
Peki ya siz?